google.com, pub-1772441188610312, DIRECT, f08c47fec0942fa0 VERİMLİ DERS ÇALIŞMA YÖNTEMLERİ | dinledebiyat
top of page

SON AV

January 23, 2017

                                                                                                                            SON AV

Isparta'nın Şarkikaraağaç  ilçesinin şirin bir köyüydü Çeltek. Yazlarıı gelmesini iple çekerdim. Çünkü yatılı okul günleri bitecek ve ben amcamın oğlu Yaman ile birlikte Beyşehir gölüne ava gidebilecektim. Çok seviyordum ava gitmeyi. Aynı filmlerdeki gibi macera yaşamak için birebir idi bizim oralar. 4-5 metre uzunluğundaki yılanlar,sürüler halinde domuzlar ve az da olsa kurtlar bizim oraların standart tehlikelerinden sayılabilir. Ancak tüfeğimiz, yeterli fişeğimiz ve karnımızı doyurmak için azığımız varsa bunların hiçbiri bizim için önemli değildi. Lisedeki üçüncü senemin sonuydu. Artık önümüzdeki sene dördüncü sınıf olacaktım. Üniversite hazırlık telaşı aşlayacaktı. Rahatça ava gidebilmek için bu yaz çok uygundu. Bir cumartesi günü Yaman ile hazırlandık. Azığımız, fişeklerimiz, tüfeğimiz, av kıyafetlerimiz ve dizimize yakın mesafede biten çizmelerimiz  vardı. Traktöre atladık. Yaklaşık yarım saat sonra Beyşehir gölünün sazlıklarına ulaştık. Traktörü bıraktık ve yürüyerek sazlıkların içinde yol almaya başladık. Daha öncesinde balıkçılar yol izi yapmasalar sazlıkların içinde yürümek gerçekten bir işkence olacaktı bizim için. Ancak balıkçıların yaptığı yaklaşık 30-40 santim enindeki yoldan giderken bile yola doğru kırılmış bir kamışın boynunuza ya da yüzünüze sürtüp kesmesi içten bile değildi. On dakika bu şekilde yürüdük. Sonunda kamışlıktan çıktık ve bütün haşmetiyle karşımızda duran yeşil ve mavinin tonları ile bezenmiş Beyşehir gölünün yosunumsu kokusunu doyasıya içimize çektik. Artık kamış ormanı arkamızda kalmıştı. Ancak gölün suyuna kadar çamur dolu bir bölüm vardı. Bu bizim için problem olarak görünmüyor gibiydi. Çünkü çizmelerimiz vardı. Çamur içinde yavaş yavaş ilerlemeye başladık. İlerideki kayıklara vardığımızda rahatlayacaktık. Ancak acele de edemiyorduk çünkü çamur yumuşamaya ve çizmelerimiz daha da derine batmaya başlamıştı. Bir süre sonra ise en vahim anı yaşadım. Artık çamur derinleşmiyordu ancak çizmemin boyundan yaklaşık 1-2 santim yukarıdaydı. Yani çizmem vıcık vıcık çamurla doluydu. İşin garibi o haliyle ayağımdan da çıkmıyordu. Bir ayağımı çamurun içinden çıkarıp ileri attıktan sonra diğer ayağımı çıkarıp ileri atmak yaklaşık bir dakikamızı alıyordu. Çok yorulmuştuk. Çamurun bitip de kumlu sığ suların 3-4 metre uzağına kadar geldik. Tam o sırada  karşımızdan bir civil ördek sürüsü havalandı. Üzerimize doğru geliyorlardı. Hemen çiftemi kavrayıp ateş pozisyonu aldım. Duruşum çok iyiydi. Şansıma sol ayağım önde sağ ayağım da yaklaşık 15-20 derce açıyla arkada çamura gömülüydü. Tam dengedeydim yani. Ateş ettim. Ördeklerden bir tanesi aşağı düşmeye başladı. O sırada ördek sürüsü sağ tarafa yani Yaman'ın olduğu tarafa yöneldiler. Ben dengeyi unutup pozisyonumu değiştirmeden(değiştiremezdim de zaten) İkinci fişeği de sürünün üzerine boşalttım. Tabiki dengede olmadığımdan tüfeğin tepmesi ile yüz yukarı geri düştüm.  O sırada dizlerime kadar çamurun içinde olduğumdan sadece dizlerimin yukarısı düştü denilse yeriydi tabiki. Çok perişan bir durumdaydım Dizden aşağısı tamamen çamurun içinde Geri kalanım ise yatay bir şekilde yarı yarıya çamurdaydı. O sırada  sağ elimdeki tüfeği hala çamura bulanmasın diye yukarıda tutmaya çalışıyordum. Aklıma Yaman' a seslenmek geldi. Bağırdım tabiki ama o elindeki otomatik tüfekteki tüm fişekleri ördeklerin arkasından harcamaya devam ediyordu. Sonra geldi.Bir yandan da bana bakıp pis pis gülüyordu. Beni çekti düzelince farkettim ki vücudumun arka tarafı ayaklarımdan başıma kadar yarı yarıya çamura bulanmıştı. Bu benim umurumda değildi zira vurduğum ördeği almak için yanıp tutuşuyordum. O benim ganimetimdi. Ayaklarımı hızlıca çizmeden çekince çamurdan kurtuldum. Çıplak ayakla çamurun içinde hızlıca ilerleyerek küçük kum tepeciğinin yanındaki ördeğe ulaştım. Küçük kum tepeciğinin tam üstünde gövdesi, ayakları bir tarafta başı bir tarafta aşağıda kalacak şekilde tıpkı minik bir insan gibi yan yatmış vaziyetteydi. Biden alamadım onu. Yanına diz çöktüm. Gözü açıktı. Bana baktı.O bir kaç saniye bana sanki günler gibi geldi. Hani bazen her şeyi ağır çekimde yaşarsınız ya aynen öyle. Sanki bana:

"Lanet olasıca sırf beni vurmak zevki için ölüyorum. Ne oldu? Çok açtın da karnını mı doyuracaksın? Hayır sırf zevkine beni öldürdün. Mutlu musun?" diyordu.

Ben hiçbir şey yapamadım. Dizlerimin üzerinde ördeğin bu dünyaya son defa gözlerini kapaması soluksuz izledim. Dokunamadım ona, sanki dokunsam bir sevdiğimin ölüsüne dokunacakmışım gibi üzüleceğimi, ağlamamak için yaklaşmamam gerektiğini hissediyordum. Terkedemiyorum da orayı. Zamanın durduğu bir andı işte.

Sonra Yaman geldi ve büyü bozuldu:

"Abey, alsana ördeği" 

cevap verdim mi, vermedim mi hatırlamıyorum. Yalnız ördeği Yaman aldı. Yol boyunca bir şeyler söyledi. Sonra söyledikleri komik olacak ki güldü. Ben sadece saf saf ona baktım. Şimdi hatırlıyorum da o günden sonra istemeyerek ya da bilmeden öldürdüğüm sinek ve böceklerinden dışında hiçbir hayvana zarar vermedim.

VERİMLİ DERS ÇALIŞMA

January 06, 2017

DERS ÇALIŞABİLME  YÖNTEMLERİ

Ders çalışma neden çok zordur bilir misiniz? Şahsen ben bilmiyorum. Tek bildiğim “Ders çalışmalıyım.” diye içimden

 

geçirsem aynı anda aklıma vakit geçirmeden yapmam gereken bir iş geliyor. Aslında akla gelen iş o kadar da önemli

 

değildir ancak o an için yeryüzündeki en önemli işmiş gibi gelir bana. Ya da birden uykum gelir. O kadar çok uykum

 

gelir ki kendi kendime “Bu kadar uykuluyken ders çalışmamın bir anlamı yok. Hiç verim alamam.” Sonra da gidip

 

yatıyoru tabiki. Tam bu esnada başka bir sıkıntı ile karşı karşıya kalıyor insan. Biraz önceki uyku kaçıp gitmiştir.

 

İnadına uyumaya çalışır insan ancak ne mümkün! Çaresiz kalkıp dersin başına oturursunuz benim gibi. Ardından

 

beklenen kahraman saklandığı köşeden çıkar gelir. Kim olduğunu sakın sormayın: Biraz önceki firari uyku hazretleridir

 

kendisi. Tekrar yatmaya gidersiniz. Tekrar bir firar durumu olur ve bu sirkilasyon devam eder durur. Sonuç: Bıkkınlık,

 

moral bozukluğu, stress,etrafındakilere çabuk sinirlenme ...

  

Şimdi Türkçe öğretmeni olan bir yakınım yıllar önce üniversiteye hazırlanırken yanıma gelip yukarıdaki problemin

 

değişik bir versiyonunu bana anlatmıştı:

 

“ Eve gelip dersin başına oturduğumda aklıma arkadaşlarımın basket oynadığı geliyor.( Bu arada kendisi basketbol

 

hastasıdır.) Kendimi bir türlü derse veremiyorum. Kalkıp okulun basket sahasına arkadaşlarla basket oynuyorum.

 

Ancak o zamanda ikinci bir problem devreye giriyor. Kendi kendime ‘Ben üniversite hazırlık öğrencisiyim. Şimdi ders

 

çalışıyor olmam gerekir.’ Diyorum ve oynadığım maçtan hiç zevk alamıyorum. Netice de ne adam gibi ders

 

çalışabiliyorum ne de keyifli bir maç yapabiliyorum. Ne yapacağım ben?”

 

Aslında bütün problemler beynimizde başlar, beynimizde biter diye düşüyorum. Benzer fiziksel, ruhsal ve maddi

 

özelliklere sahip kişiler aynı problemle karşılaştıklarında verdikleri tepkiler farklı farklıdır. Kimi hayata küser, kimisi

 

ise bu bana ders oldu der hayata daha sıkı tutunur. Aslında  bunun örneklerini çevrenize baktığınızda sıkça görürsünüz.

 

“Şimdi siz tamam çok uzattın artık nasıl ders çalışmaya devam edebiliriz?” diye içinizden geçiriyorsunuzdur herhalde.

 

Ama  cevabı zaten verdik. Kendi kendinizi şartlandırmanın dışında bir yöntem yok. Herkes bu yöntemi kendine göre

 

şekillendirebilir sadece. Mesela ben basketbol hastası yakınıma şöyle bir şey tavsiye ettim:

 

“Şimdi okula git, yeryüzünde bir daha hiç sınava girmeyecekmiş gibi basket oyna. Basket oynama dışında herşeyi

 

kafandan sil. Dünya yıkılsa umurunda olmasın. Maç bittikten sonra eve git, duşunu al,yemeğini ye ve biraz dinlen.

 

Sonrasında kalk masanın başına ‘Bugün deli gibi maç yaptım. Doyasıya oynadım. Şimdi ise ölesiye ders çalışacağım.’

 

diyerek dersini planladığın süre kadar çalış. O sürede ders dışında herşeyi aklından sil, aynen maçtayken yaptığın

 

gibi.”

 

Sonuç: O öğrenci o sene istediği fakülteyi kazandı. Şimdi bir Türkçe öğretmeni. Aynı tavsiyeyi öğrencilerine yapıyor mu

 

bilmem. Ancak bu yazıyı yazarken fark ettim de sanki ‘ölesiye’ sözcüğü biraz fazla olmuş tavsiyede.   İyi çalışmalar...    

                                          

                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                  EDİTÖR

Please reload

bottom of page